Murat Bayram

Tarih: 15.01.2021 00:50

“ÖLSEM DE KURTULSAM!” DEDİRTMEK

Facebook Twitter Linked-in

“ÖLSEM DE KURTULSAM!” DEDİRTMEK

“68 yaşındayım, muz bile alamıyorum, ayda bir defa et bile alamıyorum, düşünüyorum, bir pişmanlık hissediyorum, bir canımız var, o canımız başımıza bela olmuş,”

Çok kötü bir yerden vuruyor bu cümle insanı. Duyduğum andan beri aklımdan çıkmıyor.

Toplumumuza baktığım zaman her yaş gurubundan insanın umudunu yitirmiş olduğunu gözlemliyorum.

Ülkenin dinamosu konumundaki, ekonomi ve sanayinin dişlilerini döndüren emekçi gurubu geleceğinden ve emekliliğinden umutsuz. Bu umutsuzluk bir çok unsuru da içerisinde barındırıyor; bugün ekonomimizin dişlilerini döndüren emekçi gurubu:

Ev kadınları, annelerimiz ayrı bir noktada bekliyor ve umuyor ki “devleti bir şeyler üretip” gün gelir ihtiyaç duyarsa asgari düzeyde bir yaşam kurabileceği geliri kendisine sunsun (“sosyal güvenlik pirimi ödemeyene devlet neden aylık bağlasın,” diyen ‘beyin yoksunları’ da elbet çıkabilir. Bunlara diyebiliriz ki “o ev kadınları toplumun güvencesi olan çocukları yetiştirip, hanesini bir arada tutuyor).

Öğrenciler, aldığı eğitimin kalitesinden;

Gençler, iyi bir ekonomi yönetimi geliştirilip iş imkânlarının artırılması ihtimalinden;

Yaşlılarımız, ömürlerinin dinlenme zamanlarında dinlenebileceklerinden ve huzurlu olacaklarından;

Şüphe duyuyorlar.

Sanayicinin ve girişimcinin içine düşüp çırpındığı durum “işten çıkarmaların artması, işsizlerin artması, iflasların artması

Yukarıda değindiğim yaş ve sınıf mensuplarına birebir sorulursa “umudu kesmiş” olanların çok yüksek bir kesimi temsil ettiği de tespit edilecektir.

Gün gibi ortada olan bu gerçekleri görmezden gelmek, yok gibi davranmak, sorunları kenara istiflemek; ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Bu yukarıda sayılan olumsuzlukların (ve bu yazının konusu olmayan iyi işlerin) sorumluluğu; cezası ve ödülü tümüyle devleti yöneten hükümetin boynunadır. Bunun başka türlüsünün olabileceğini söylemek ve sorumluluğu kabullenmemekten öte bir şey değildir. Kişinin veya kişilerin, gurupların, toplulukların kendini kandırıp “suçundan ve yükümlülüklerinden” nafile bir kaçma çalışmasıdır.

Devletin açıkladığı verilere göz atalım;

*On milyonlarca vatandaş hakkında icra dosyaları işleme konmuş durumda,

*Vatandaşın haczedilen malları yediemin depolarına yığılmış durumda,

*Banka kredisi batakları yüksek oranlara ulaştı,

Bu sıraladığım maddelerdeki oranları net olarak TÜİK’in verilerinden ulaşabilirsiniz.

Yukarıdaki üç maddeye, vatandaşın görev başındaki atanmışlar hakkındaki “liyakat” endişelerinin arttığını da eklemeliyiz.

Sayısal olarak devletin verilerine bağlı kalmaktan başka bir çare yok, lakin insani olarak görmemiz geren şudur:

68 Yaşına gelmiş bir vatandaşımız (şu veya bu sebeple) hâlâ çalışmak zorunda kalıyor. Halen çalışıyor olmasına rağmen, o derece az kazanıyor ki bugünkü kilogram değeri on lira olan “muz” alamıyor, “et” alamıyor ve yaşlılık zamanlarına erdiği şu günlerinde “canını” bir şükür değil de “başına bir bela!” olarak görüyor.

Ne oluyor (ya da neler yapılmıyor ve giderilmiyor) da böylesi kahredici sözler dile getiriliyor; hatta vatandaşlarımız suça kayıyor, ne yazık ki bazen de korkunç şekillerde kendi yaşamlarına son veriyorlar?

 Bu soruların cevabı ve sorumluluğun tümü ülkenin yönetiminde olanlardadır.

Şüphesiz ki “devlet sistemi hak ettiği gibi güzel yönetilmiyorsa” bu tip sorunlar baş gösterebilir. Yönetime seçilenler ve onların iş başına atadıkları, makamının hakkını veremediği durumlarda sorunlar sarmal olur kaos oluşur; çiviler oynar, devlet krize girer. Sorunlarla baş edemeyen ve düzelme görmeyen halk “istese de istemese de” gereğini yerine getirerek “makama yükselttiğini yere çalar”.

Öyleyse nedir bunun çözümüne (mutlu topluma) giden yol?

Vatandaşlarını huzurlu ve zengin bir yaşama tekrar ulaştırabilir. Makamının da devamını sağlayabilir. Aksi durum “sessiz yığınların” sandıkta atacağı tokatın yaşanacağı bir kaderden başka bir şey olamaz.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —