“HAKKI ÇAKIR’IN ARDINDAN…”
Gemlik Belediye eski Başkanı Hakkı Çakır vefat etti.
Gemlik, sadece eski bir belediye başkanını değil, beyefendi, yardım sever, üst düzey devlet adamı, saygın bir bürokrat, centilmen bir siyasetçi, kentine sevdalı birini de kaybetti…
Gemlik Gazhane Caddesi girişindeki bilardo salonundayım. Eren Matbaası ustalarından arkadaşım Mustafa Deliçay, matbaa da basılan Çağrı Gazetesine muhabir arandığını söylemiş, patronu Mustafa Eren’in de Pazar günü öğleden sonra gazeteye geleceğini açıklamıştı.
Bilardo salonunda gazetenin de basıldığı matbaayı gören bir köşeye kuruldum. O bilardo salonu daha sonra bir mobilya mağazası olmuş, şimdilerde de zincir market olarak hizmet vermekte. Gemlik’in ağır ağabeyleri, yeni yetmeleri ayrı ayrı köşelerde bilardo oynuyor, meraklısı, yancısı ve sırasını bekleyenler onları izliyordu. Fonda, dönemin kültü vıcık vıcık arabesk şarkılar çalıyor, sigara dumanının doldurduğu salonda, çayımı içip, sehpadaki gazetelere göz atıyordum.
Tan, Bulvar ve Türkiye Gazeteleri… Her kahvehanede, her birahanede, her bilardo salonunda olmazsa olmaz üç gazeteydi. Kültürel değişimin çok hızlı olduğu, bilgi ile algının iç içe karıştığı, cinselliğin ilk defa sınıflandırıldığı, arabeskin zirveye kurulduğu, buna rağmen her şeyin bugünden çok daha güzel olduğu yıllardı.
Enver Ören’in Türkiye Gazetesi abonelik sistemi ile her dükkâna, her eve girmeye başlamış, Tercüman gibi muhafazakâr gazeteleri tahtından etmişti. Zaman Gazetesinin parlamasına henüz birkaç yıl daha vardı. Tan ve Bulvar Gazeteleri en çok satandı. Benim tercihim ise her zaman Cumhuriyet, Milliyet ve Güneş Gazetesinden yanaydı. Bir gözüm Matbaada, bu meslekteki ilk öğretmenim Mustafa Eren’in gelip gelmediğini kontrol ediyor, diğer gözümle de boyalı basında yer alan, insanları cinsel yönden kışkırtmayı hedefleyen fotoğraf altı başlıklara ve fotoğraflara bakıyordum. Dönemin ünlü bir futbolcusu yine dönemin ünlü bir arabesk film oyuncusu, mankeni ve şarkıcısı bir hatunla geceyi geçirmiş, her ikisi de birbirlerine övgüler düzüyordu.
İstanbul Beyoğlu’nda bulunan Pürtelaş Sokağını, Ahlak Masası ekipleri şikâyet üzerine basmış, transseksüel, biseksüel ve eşcinsellerle, polis ve vatandaşlar birbirine girmişti. Bu kelimelerin ilk defa duyulduğu, dedim ya cinselliğin ilk defa sınıflandırıldığı yıllardı. Şimdi iktidarın, safları diri tutmak, oy devşirmek adına, şeytanlaştırdığı LGBT-İ konusu, o yıllarda, magazin figürü, özgürlük timsali gibi kelimeler ve görüntülerle gündeme geliyordu. Güya bir de yazı dizisi vardı, dönemin bir başka ünlü arabesk kadın şarkıcı ve oyuncusu da, otobanda yol kenarında fahişe olarak müşteri beklemiş, yine güya yaşadığı dramı gazeteciye anlatmıştı…
Benim hayallerimi, daha ötesinde bir gazetecilik süslüyordu.
Gazeteleri bırakıp, çay parasına ödedikten sonra, uğultulu, sigara dumanlı bilardo salonunu terk edip, matbaaya geçiyorum. Mustafa Eren gelmişti.
Gazetecilik nedir, kime gazeteci denir, nasıl yazar olunur, gazetecilikte dikkat edilmesi gereken konular, Çağrı Gazetesi’nin evrensel gazetecilik ilkeleri doğrultusunda hassas olduğu duyarlılıklar gibi birçok ilk dersten sonra, öyle kolay gazeteci olunamayacağı vurgusu ve hemen havalara girmemem konusundaki uyarılardan sonra bu mesleğe ilk adımı atmıştım.
Çağrı Gazetesi sahibi Mustafa Eren, elime bir küçük fotoğraf makinesi vermiş (poşet diye tabir edilen, küçük bir makine) bir de ajanda tutuşturup, “Sana 24 saat müddet. Salı günü gazete çıkacak. Yarın öğleden sonra 15.00’e kadar, ne kadar haber yaparsan yap, getir yaz, seni bir görelim” dedi.
Gazete, dergi, kitap okumak, okulda birkaç kompozisyon ve amatörce şiir yazmak dışında o güne kadar tek kelime yazmamış ben, bir küçük makine ve ajanda ile kös kös düşünceler içinde matbaadan ayrılmıştım. Her şeye rağmen pes etmeyecektim. Gazeteci olmayı ilkokul 4. Sınıftan itibaren hayal ediyordum. Ne bulursam okuyor, bazen notlar alıyor, dönem arkadaşlarımla bunları ateşli ateşli tartışıyor, yeni kitaplara, dergilere büyük bir açlıkla saldırıyordum. Tek sorun Gazeteci nasıl olunur, onu bilmemekti.
Yaşayarak öğrenecektim.
Gazetecilik mesleğimde yaptığım ilk haber, Kanser Araştırma Vakfının, Gemlik birahaneleri, sahilleri ve büyük caddelerine koyduğu, atık toplama konteynerleri oldu. İskele meydanına çıkmış, kimden, nasıl, ne gibi haberler bulabilirim diye düşünüyordum. Şimdilerde tuvalet bulunan, yanındaki GS UEFA Kupası Şampiyonluğu anıtının bulunduğu mini parkta birileri bu çöp konteynerinden koyuyordu, yaratana sığınıp, iki üç kare fotoğraf çekip, çalışanlardan bilgi aldım. İlk etapta 6 tane konulacaktı; şişe, cam ve benzeri ürünler, modern dönüşüm sistemine gönderilecekti, elde edilen gelir de kanser araştırma vakfına verilecekti.
Bu müthiş haberi yakalamanın verdiği şevkle, ilk birahaneye girip, meslekteki ilk günümü, baba parasıyla da olsa 6 bira içerek kutlamıştım. Bu arada, koltuğumun altına bir Cumhuriyet, Güneş ve Milliyet Gazeteleri de sıkıştırmış, içerken, bunları da okuyarak, Türkiye’nin, Bursa’nın ve Gemlik’in Gazetecilik, yazarlık, entelektüellik tarihine koşar adım giriş yapmıştım.
Ve okumanın anlam ve önemi, faydaları bir kez daha önüme çıkmıştı. Aldığım gazetelerde Belediye haberleri vardı. Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın Haliç Projesi ile ilgili haberleri okudum. Mustafa Eren, yarına kadar bulabildiğin haberleri getir demişti. Haliç temizleniyordu, Gemlik Körfezini bok götürüyordu. Benim, bir dolu haber yapmam için önümde 21 saat kalmıştı.
Sabah arkadaşları ve sahilde bulduğum insanları deniz kıyısına götürüp, “Ne olacak bu Körfez’in hali?” başlıklı ikinci haberimi yaptım. Oradan bir koşu Gemlik Belediyesine gittim. Gemlik Belediyesi o dönem, şu anki CİUS AVM’nin olduğu yerde, sağlık ocağı ile birlikte kullanılan, tek katlı, bitişik nizam, apart otel minvali bir eski binadaydı. Kapıda, mahalleden de tanıdığım, birkaç belediye çalışanı ile karşılaştım.
“Belediye Başkanı ile acil görüşmem gerek” dedim.
Çağrı Gazetesi, haber, yazmak, gibi gevelemelerle; derdimi anlattığımı düşünüyorum. Öyle kolay mı daha ilk gittiğin yerde, “Ben Gazeteciyim” demek… O şimdilerin modası çünkü!
Güldüler mi, tebessüm mü ettiler, dalga mı geçtiler, yoksa dur bir bakalım, ne olacak merakıyla mı yaptılar bilmiyorum, beni Belediye Başkanı ile tanıştırdılar.
Hakkı Çakır ile yüz yüze ilk tanışmam bu meslekteki 18. Saatimde böyle oldu.
Türkiye’nin demokratikleşme sürecindeydik, Anavatan Partisi dört eğilimi yansıtıyordu, dünya da kökten dincilik artıyor, Salman Rüşdi gibilere yönelik tehditler yükseliyor, Türkiye’de yeniden faili meçhul cinayetler dönemine giriliyor, işçiler grevlere çıkıyor, Milliyetçilik ile birlikte SHP yükseliyor, Turgut Özal, Semra Özal ve Papatyalar pop kültürü ile ortalığı yakıp yıkıyordu. Gemlik Körfezini bok götürüyor, fabrikalardaki toplu iş sözleşme görüşmeleri tıkana tıkana, ilerliyordu. Sanayileşme, istihdam tamamdı da, yine de bazı işçiler, Gemlik’te de iş cinayetinde hayatını kaybediyordu. Ayrıca Gemlik her daim çıtır mafya, bela ve kan kentiydi. İntiharlarda modaydı.
Hakkı Çakır, gördüğüm en beyefendi adamlardan birisiydi. Ben, tüm bu bildiklerimi sanki entelektüellik düzey ölçme sınavındaymışım gibi anlatınca, güldü, “Tamam anlaşıldı” dedi. Sonra, park bahçeler çalışmalarını anlattı, Belediye Sarayı projesinden, çay bahçeleri projesinden, Haliç’in temizlenmesinde kullanılan teknolojiden, Gemlik Balıkçısına yönelik yaptığı çalışmalardan bahsetti.
Üşenmedi, benimle gelip parklarda bahçelerde poz verdi, belediye sarayının nereye yapılacağını, proje detaylarıyla anlattı, sahile çıktık deniz kenarında da fotoğraf çektirdi. Sonra tekrar belediye ye döndük. Belediye encümeninden bir önceki hafta alınan kararları, hatta zam haberlerinin listesini bile verdi. Sonra da, elimi sıkıp, haftada üç gün uğrarsam, belediyenin tüm çalışmalarından bilgi verebileceğini söyledi.
Teşekkür edip çıktım, saate baktım, henüz bir saatim vardı. Adliye binasına gidip, özel kalem müdürü Kaya ağabeyi buldum. Onunla da tanıştık. İlk gün, bir hırsızlık, bir silah yakalatma haberini elde ettim.
Ve ben gazeteciliğe böyle adım atmış oldum.
Asım Kocabıyık Cami’nin olduğu yerde yapılan Belediye Sarayının mimarı Sayın Hakkı Çakır’dır. O dönemde, “Kendine Beyaz Saray yaptırıyor” eleştirileri yapılsa da, o belediye sarayında onu eleştiren siyasetçiler de ama belediye başkanı ama belediye meclis üyesi olarak oturdular. Çay bahçelerinin modernleşmesi, çeki düzen verilmesi, belediye parkının genişletilmesi, sayısı yetersiz bile olsa her mahalleye, caddeye, ağaç dikilip, yeşil alan yapılması da kendisinin çalışmalarındandı.
1980 darbesi öncesi ve sonrası, unutulan, eski, köhnemiş Gemlik alt yapısının, yeniden düzenlenmesi çalışmaları da ilk olarak Hakkı Çakır döneminde başlamıştı. Takip edilmediği, umursanmadığı, basiretsiz yöneticiler nedeniyle olsa gerek, bu alt yapı modernize edilmediği için, özellikle 1996 ile 2010 yılları arasında, ilçe merkezi sefil bir Venedik görünümüne bürünmekteydi. Ama kültürel olarak yerelin yeniden keşfedildiği, göçlerle yeniden şekillenen, şehirleşme konusunun gündeme geldiği, sanayileşmenin, özelleştirmenin üst seviyelere çıktığı o dönemlerde, geri kalmışlığı bir çırpıda silmek kolay olmuyordu.
Belediye Başkanı- Gazeteci bağımız hiç kopmadı. Dediği gibi haftada üç gün yanına gidiyor, çayını kahvesini içip, sohbet edip, birçok haber bilgisi elde ediyordum. Sonra, 1989 seçimleri geldi. 28 Mart 1989’da yapılan 1980 darbesi sonrası ikinci büyük yerel seçimlerdi. Sanırım Ocak ayıydı. Rahmetli babamı, eski tıp fakültesi, sonradan yüksek ihtisas hastanesi olan merkeze kaldırmıştık. Kantinden çay alıp, sigara içmeye çıktığımda Hakkı Çakır’ı gördüm. Sağlık kontrolüne gelmişti. Karşılıklı geçmiş olsun dileklerimin ardından, ayaküstü bir haber daha almak adına, “Kamuoyu yoklamalarında SHP Adayı Avukat Nezih Dimili önde görünüyor başkanım, bir şey söylemek ister misiniz?” diye sordum.
Günlerden Pazardı. Çarşamba günü basın toplantısı yapacağını, bu soruyu da orada yanıtlayacağını söyledi.
O basın toplantısına, altı-yedi soru birden hazırlayıp gittim. Ama henüz 8 aylık gazeteci adayıydım. Önce Gemlik Basınının, sonra Bursa basınının ağır topları, gündeme dair sorular sordular. Benim sorularımı da onlar sorunca, çaresiz, bir dahaki basın toplantılarına diyerek, oradan ayrılıyordum.
Bu sırada Hakkı Çakır, “Cemal Kırgız, genç gazeteci kardeşim, senin sorun yok mu, sen sormayacak mısın?” dedi.
Elimdeki tek soru, kamuoyu araştırmasıyla ilgiliydi ve onu sordum. “Efendim, kamuoyu yoklamalarında SHP adayı Avukat Sayın Nezih Dimili önde görünüyor, ne diyeceksiniz?”
Ortalık karıştı. Nezih Dimili de toplantıyı izleyenler arasındaydı.
Hakkı Çakır, “Benim arkamda top gibi, tek yumruk olmuş örgütüm var, onun arkasında kim var?” diye yanıtladı.
Nezih Dimili öfkelendi, ortalık karıştı; Hakkı Çakır tüm soğukkanlılığına rağmen, gerilen ortama kayıtsız kalamadı, yumruk yumruğa olmanın eşiğine geldiler ve o basın toplantısındaki o sorum, Bursa medyasında da manşetleri ve köşe yazılarını süsledi.
Kaldı ki, en hızlı muhalefetin yapıldığı, en gergin meclis toplantılarının olduğu yıllar da 1984-1989 dönemiydi. Birçok gerginliği Hakkı Çakır’ın feraseti, büyümeden önledi diyebilirim. En büyük sınavını da, dört yol girişine, benzin istasyonu yapılması ve hemen yanında çok katlı yapılaşmaya izin vermesinde yaşadı. Cumhuriyet Mahallesi Manastır mevkii ise onun döneminde halen bakirdi…
Seçimleri Nezih Dimili kazandı. Hakkı Çakır ise asla efendiliği bırakmadı. Rakibini tebrik bile etti. Nezih Dimili, Nurettin Avcı, İki dönem Mehmet Turgut, Fatih Mehmet Güler ve yaklaşık 2 yıl da Refik Yılmaz, “Kendisine Beyaz Saray yaptırıyor ” denilen o başkanlık makamında hizmet ürettiler. Hep düşünmüşümdür, 80 darbesi sonrasında değil de, mesela 2000’lerde Hakkı Çakır gibi biri belediye başkanı olabilseydi, Gemlik’in vizyonu ve misyonu ne olurdu? Diye…
Bir kere siyaset iklimi asla gerilmez, belediye meclis toplantılarında, zaman zaman hakaretlere varan sözler ve yükselen tansiyon gibi gerginlikler yaşanmazdı. Belki, Ankara-Bursa-Gemlik hattında su üstüne çıkmayan partizanlıklarda son bulurdu, Gemlik’e birkaç istihdama yönelik ve sosyal proje daha yapılabilirdi diye düşünüyorum.
Gemlik Belediye eski Başkanı Hakkı Çakır vefat etti.
Gemlik, sadece eski bir belediye başkanını değil, beyefendi, yardım sever, üst düzey devlet adamı, saygın bir bürokrat, centilmen bir siyasetçi, kentine sevdalı birini de kaybetti.
Hakkı Çakır Başkanıma Allah’tan rahmet, sevenlerine baş sağlığı diliyorum.
Meslek yaşamımın, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı haberini yaptığım değerli insan, güzel Başkan, Mekânın cennet olsun…