Gökten Yağmur Değil Sorular Yağarken
Fakru zaruret içerisinde, sefa sürenlerin sefasını artırmak için çırpınmakla geçen yaşamımızda; bir de şu salgın hastalık kudurmuş gibi saldırmayaydı İYİ olurdu. Dert üstü dert, düşünce üstü düşünce oldu yok yere (ama salgını yazmak istemiyorum, çabalıyor insanlar emekleri ortada).
Sefa sürenlerin sefasından bahsetmekteki amacım, post komünistlik veya sermaye düşmanlığı değil.
Başarılı girişimcileri de kast etmiyorum.
Başarılı yöneticileri de işaret etmiyorum.
Doğrudan ve direkt olarak işaret ettiğim ülkeyi tarım, sanayi ve teknoloji üretimi yönünden zayıflatan; büyük sermayedarlarını koruyamayan, insanlarını işsiz gezdiren hükümetlerdir.
Halk pazarı tezgâhları akşam toplandığında, artıkları toplayan vatandaşların sayısındaki gözle görünür artışa sebep olan hükümetlerdir.
Bu eylemleri işleyen hükümetler dünyanın neresinde iş başına gelirse gelsin, o ülkeyi götüreceği nokta ekonomik krizler, borç batakları, ahlaki bozulmada çırpınan toplum ve bunun sonucu olarak “her türden” patlayan “suç işleme” endeksindeki yükseliş olacaktır.
Devlet gerileyecek, devleti yöneten hükümete güven bitip yok olacaktır. Devlet mekanizması aksayarak tıkanacak, devlet yönetimindekiler vatandaşın omzuna ve cebine “yük” olmaya başlayacaklardır.
Bunun öte türlüsünün imkânı yoktur. Nasıl olabilir ki?
Batarak işini kaybeden iş insanı, esnaf ve tüccar iş yeri giderini, personel hak edişlerini, kirasını, vergisini ödeyebilir mi? Sosyal güvenlik ödemelerinden bahsedemeyiz bile.
Bir devletin geçim kapısı vergilerdir değil mi?
İşini kaybeden iş insanı, esnaf, işsiz gezen vatandaşlar sürekli arttıkça bu devlet çarkı nasıl dönecek?
Yapılan tren yolu ihalesinin sonrasında alınan bir kararla, ihale bedeli vergiden muaf tutulursa bu devlet çarkı nasıl dönecek?
Pahalı olduğu için vatandaşın kullanmadığı köprüye-yola, yıllık geçiş garanti parası adı altında hazineden para ödersek bu devlet çarkı nasıl dönecek?
Nereye gittiğini bulamadığın, hırsız mı haydut mu çalıyor belirleyemediğin elektriğin parasını, “ kayıp-kaçak bedeli” diye namuslu vatandaşa yüklersen bu devlet çarkı nasıl dönecek?
Bu “kayıp-kaçak bedelinin” mahkeme edilmesini engellersen; nerede kaldı hukuk, adalet; bu devlet çarkı nasıl dönecek?
Özel tüketim, falan tüketim, filan tüketim başlıkları altında vergi üstü vergi yüküyle vatandaşı ezersen bu devlet çarkı nasıl dönecek?
Olası zor günler için kenara “üç kuruş, ölüm kalım parası koymadan”, har vurup harman savurursan; salgın hastalıkta eve kapattığın esnafa, tüccara “az da olsa” dönüşsüz destek veremeyecek zafiyete düşürürsen maliyeyi, bu devlet çarkı nasıl dönecek?
“Zeytini dolu vurdu çiftçi için bir şey yapacak mısınız?” diye muhalefetin verdiği soru önergesine, Tarım Bakanı “lutfedip” yanıt vermezse, bu devlet çarkı nasıl dönecek?
Değerli okurlar; muhalefet partilerinin başkanları veya vekilleri ellerinde dosyalarla çıkıp anlatıyor, anlama zorluğu olanların dahi anlayabileceği basit cümlelerle. Doğru olana saygı duyup biraz devletimizi sahiplenelim.
Eğer gündemi kaçırıyorsak, muhtemelen aynı ağızdan konuşan birkaç basın ve yayın gurubu arasında gidip geliyoruzdur,
Biraz silkelenip ötekine de bakış atmakta, muhalefete veya varsa iktidar yandaşlığı yapanlara da zaman ayırmakta fayda olabilir.
Öteki türlü zaman üzerimizden akıp gidiyor ve biz maruz kaldığımız yeni bir olumsuzlukla boğaz boğaza giriyoruz.
Yukarıda yer alanlardan başka gündem meseleleri de var elbette, örneğin;
“Terör saldırısı sonucu şehit olan vatandaşın babasına 190 lira aylık bağlandı,” dedi muhalefet partisi lideri;
Cumhurbaşkanı Danışmanı “yok öyle şey 120 liralar falan nereden buluyorsunuz bunları?” deyip bastı fırçayı;
En sonunda terör saldırısı şehidinin babası konuştu, “evet kişi başı bu para ödeniyor,” dedi; muhalefet vekili “192 lira yatmış; işte makbuzu,” dedi; nur topu gibi bir ayıp kucağımızda kaldı.
Ekonomi yönetmekten zerrece anladığını düşünmediğim (istifa eden) Sayın Bakan Berat Albayrak ve kadrosu yüzünden dolar 8.60, euro 10.14’e fırladı; Türk lirası tarihin en büyük değer ve itibar kaybını yaşadı.
Üstelik “borcumuz yok yere arttı, hazinede hiç para kaldı mı, döviz rezervleri kurudu mu; siz orda ne yapıyorsunuz, verdiğiniz raporlar gerçeği yansıtıyor mu, bunun hesabını mahkemede sizden soracağız,” diyen olmadı. En azından hükümetin bu kayıpların hesabını sormasını beklerdim.
Tüm bu olumsuzluklar, iyiye gidiş olacağından hiç “umut olmaması”; kötü yönetim ve ekonomik krizden kaynaklı olarak insanlarımız bunalmış ve çaresiz durumda.
Hayır, abartmıyorum;
2020 Yılında bu ülkede benim bildiğim iki vatandaş kendini yaktı. Biri kurtarıldı; diğer vatandaşımız maalesef yaşamını yitirdi.
Ya-Hu! Hiç insan kendini yakar mı? Kendimize dönelim düşünelim bakalım, insan ne olurda yakar kendini?
Soruyu idrak edemeyenlere bir tavsiyede bulunayım: Varsa cesaretiniz, tatlı, pembiş, mini minnacık serçe parmağınızı sadece mum alevinde şöyle on beş saniyede tutun da görelim vaziyetinizi,
Daha beşinci saniyede gözünüzün önünden yaşadığınız “yediğiniz önünüzde, yemediğiniz ardınızda” tatlı hayatınız geçmezse, buyurun gelin ben buradayım.
Bu kötü gidişi önleyecek yine seçmenin kendisidir. Ülke yönetmek kadar, ülke yönetimini teslim etmek de basit işler değil, düşünmeliyiz.
Tatlı safahatından, halkın malını savurmaktan, milletin parasını çarçur etmekten vazgeçmeyen hükümetler, halkın öfkesinden kendilerine düşen payı “sandıkta” er geç görürler. Devlet adamı dediğin sırça köşkünden çıkıp, yönetici dediğin sarayından çıkıp, millet ne hallerde yaşıyor varıp bakmıyorsa; şahit olduklarına “burnunun direği sızlamıyorsa” o millet refah görebilir mi?