FABRİKA KADINLARI- EMEKÇİ KADINLARIMIZ
Son yıllarda amacından saparak; kadının bir çiçekten tutunda, tek taş pırlantaya kadar hediyelerle değersizleştirildiği, bu mücadele gününün içinin boşaltıldığı ve meydanlarda bir kaç saat adeta bir kutlama havasında dile gelen bir gündür bana göre kadınlar günü. Gerçek kadın emekçileri ve onların hakları için 365 gün mücadele edenleri tenzih ederek söylüyorum, “Bende oradaydım” diye, giyinip, süslenip gelip poz poz fotoğraf çektirenleri gerçekten esefle sosyal medyada izliyorum ve bir kadın olarak utanıyorum. Şu makamdaki X kişi, şu makamdaki X kişinin kadınlar gününü bir hediye ile kutlamış. Sırf kadın olduğumuz için bu günü hak etmediğimiz şekilde sahiplenirsek, işte bu güne beylerin ve toplumun da bakış açısı böyle olur.
Adı bile artık “Dünya emekçi kadınlar günü” olarak değil, kadınlar günü olarak, çaylarla, partilerle, yemekler, konserler ile “Kadınlar günü” olarak anılmaktadır.
Oysaki 129 kadın işçinin diri diri yandığı gündür bu günün çıkış nedeni.
8 Mart 1857'de New York'ta, 40,000 dokuma İşçisi greve başlar. Cotton fabrikasındaki kadın grevcilerin sendika aktivistleriyle dayanışmasını engellemek İçin patronlar ve işbirlikçileri, onları fabrika binasına kilitler. Derken bir yangın başlar ve bu olayda 129 işçi yanarak ölür.
1910 yılında Kopenhag'da 2, Enternasyonalce bağlı kadınlar toplantısında, Alman Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857'de yangında ölen kadın işçiler anısına bu günün "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmasını önerir ve bu öneri oybirliğiyle kabul edilir. Birleşmiş Milletler 1975'i "Dünya Kadınlar Yılı" ve 16 Aralık 1977'de de 8 Mart'ı "Dünya Kadınlar Günü" ilan eder.
1938 yılında ilçemizde açılan Sunğipek Fabrikası ile tanıştı emekçi kadınlarımız, hatta çocuk yaştaki genç kızlarımız.
Yaşları küçüktü, büyütüldü, makinelere yetişebilmeleri için ayaklarının altına tahta tokmaklar koydular ve öyle çalıştılar. Atatürk şart koşmuştu okumalarını, kurslar, seminerler gördüler okudular. Amaç sadece kadına iş vermek değil, okuyarak bilinçli bir toplum sağlanmasıydı. İşte böyle ileri görüşlü biriydi ulu önderimiz.
Bu kadınların hepsinin hazin bir öyküsü var. Ben iki tanesini bugün seçtim.
FAHRİYE DEMİR.
Kızı Mükerrem Cabi anlatıyor.
Ailem Mübadele ile Yanya'dan gelmiş. Atatürk Arnavutluk'a haber salmış. Gemi ile kıyıdan kıyıdan yolculuk yapmışlar. Ama ne yolculuk. Çok zorlu ve acılar yaşamışlar. Bu gemide anneannemin iki kız kardeşi ölmüş. Ölenleri denize atmışlar.
Gemide kimse Türkçe bilmiyormuş. İskele olmayınca bir tahta uzatmışlar. Annemin dedesi Türkçe biliyormuş, getirdiği halkı yerleştirme görevi ona verilmiş. Şaban dedem muhtarlık yapmış. Şekerden gözleri görmezmiş.
Daha henüz Gemlik’te kimseler yokmuş. Güzel yerler verilmiş kendilerine. Üvey anne varmış. Dede ölünce bütün mallar kadına kalmış ama dede ölmeden oturdukları evi anneannemin üstüne yapmış. Kadında tekrar evlenmiş, bütün malları satıp ikinci eşi ile yemişbitirmiş.
Sunğipek Fabrikası 1938 yılında Atatürk tarafından açılınca, anneannem fabrikaya işçi olarak girmiş.13-14 yaşlarındaymış, yaşını büyütmüşler. Tahta tomruk koyarlarmış ayaklarına makinalara yetişmeleri için.
İsmi Fatma Balur, (Fati derlermiş anneanneme.) Makina bobin bölümünde çalışmış, oradan emekli olmuş.
Fabrikadaki arkadaşlıkları, yaşantıyı ve güzellikleri bize masal gibi anlatırdı.
Zaten, bizim ailemiz oradan emekli. Annem, teyzem, ablam, babam hepsi orada çalıştılar.
ANNEM...
Annem 29 doğumlu, fabrikaya çocuk yaşlarında girmiş. Teyzem bobin sararmış. Teyzem de, annem de evlenince fabrikadan ayrılmışlar.
Annem 16 yaşında evlenmiş. Fabrikaya girerken onunda yaşını büyütmüşler. 17 yaşında ablam Kamuran'ı kucağına almış. Biz üç kardeşiz. Birde ondan küçük abim var. Ben en küçükleriyim.
Babam Makedonya göçmeni. Onlarda Mübadele ile gelerek önce Trakya tarafına yerleşmişler. "Burada yapamayız"diyerek bir müddet sonra Orhangazi Gürle (Gavur Gürle) köyüne yerleşmişler. Babam Türkiye’ye geldiğinde 7 yaşındaymış. Doğum yerinde Barbaros yazıyor.
Babamın köyü Gürle de hala akrabalarımız var. Babam öldükten sonra köye giderdim herkes ağlardı. Beş kardeşmişler babamlar.
Askere gidip geldikten sonra Sunğipek Fabrikasına girmiş.
Kazan dairesinde çalışıyormuş. Kahvaltısını yapıp her zamanki gibi işe gitmiş. Hiç bir şeyi yokmuş. Biraz kiloluymuş sadece. Kazandan çıkmış, öğle yemeğine gitmek için, yemekhaneye giderken düşmüş. Biraz kolu ağrıyormuş. Kurşun zehirlenmesi demişler. 61 senesinde 30-31 yaşlarında rahmetli olmuş. 25 yaşlarında olan annem sağ salim gönderdiği eşinin ölümüne inanamamış. Sunğipek'den akın akın gelenleri görünce annesine bir şey oldu sanmış. Çünkü annesi de hala fabrikada çalışıyormuş. Bakmış annesinin koluna girmişler o zaman anlamış babama bir şey olduğunu, düşmüş bayılmış. 9 sene evli kalmışlar.
Babam herkes tarafından sevilen bir insanmış. İş tulumlarını bile anneme yıkatmaz, yardımcı olurmuş.
Cenazesi bando eşliğinde büyük bir kalabalıkla gömülmüş. Ben 59 doğumluyum. Babamı hiç hatırlamıyorum. Öldüğünde 1.5 yaşında kadarmışım.
Aradan bir yıl geçmiş. Üç küçük çocukla tek başına kalan annem çaresizlikle neyapacağını düşünürken her yere müracaat etmiş. İşe alınmayınca anneannemin kız kardeşi Ankara'da İtfaiye Umum Md.İle evliydi. Hatta arası Celal Bayar ile çok iyiydi. Celal Bayar'dan ricacı olmuş. "Eşi vefat etti iş kazasında, daha öncede fabrikada çalışıyordu" demiş. Annemi fabrikadan araba gönderip aldırmışlar.
İlk önce doktor Naci beyin yanında revirde çalışmaya başlamış. Naci Bey annemi yetiştirmiş. Serum takma, iğne yapmadan tutun her şeye annem deneyimli bir hemşire gibi yetişiyormuş.
Daha sonra revire hemşire alınınca annem makina bölümüne geçmiş. Lakabı Fatinin iğneci Fahriyesi. Annemi herkes böyle bilirdi. Anneannemle fabrikaya vardiyalı giderek bizleri büyütmüşler.
Anneannem emekli olduktan sonrada bizlere baktı, büyüttü. Ben revire gitmeye bayılırdım. Anneler gelir revire bebeklerini bırakırlar, annemler ilgilenirdi.
Fabrikanın ortamları çok güzeldi. Adalar, Termaller, Uludağ her türlü hizmet vardı.
Ablam da Sunğipek fabrikasında çalıştı. Hatta ilk çocuğuna fabrika revirinde annem bakardı. Çalışanlar küçük çocuklarını bırakıyorlardı.
Uludağ'a ben gitmedim. Ablam daha büyüktü. Bana hamile iken annem gitmişler.
Annem emekli olduktan sonra gene iğne yapardı. Kimisinden para alır, kimisine de bakardı durumu yok, para almazdı.
Çok çalışan, hiç yerinde duramayan hareketli bir kadındı. Yardımseverdi. Almanya'ya çalışmak için başvuru yapmış ama bizleri bırakmaya kıyamamış. Babamdan sonra genç yaşında dul kalmasına rağmen evlenmedi. Bizleri yetiştirdi, düğünlerimizi yaptı, torunlarına emek verdi. Abimin düğünü Sunğipek de oldu.
Gemlik eskiden çok şahaneydi. Biz Yeni Mahallede büyüdük, evlendik. Komşuluklar çok güzeldi.
Eski Gemlik'i arıyor özlüyorum. (Not: Bu söyleşiyi yaptığımda Feriha teyzemiz hastaydı. Bakıcısı vardı. Yıllarca çalışarak ev almış, hayat mücadelesini kimseye muhtaç olmadan kazanmıştı. Geçen yıl rahmetli oldu. Mekanı cennet olsun)
ATİKE ÇINARTEPE
Kızı Fatma Kırsevmez anlatıyor.
Annem; Sunğipek Fabrikasından 1960-70 arası, 2 yıl revir( Hastabakıcı), 4 ya da 5 yıl “Büküm Terbiye” kısmında çalıştıktan sonra emekli oldu.
Yemekhaneye yemek yemeye giderken,(müdiriyetin önünden yemekhaneye kadar olan kısım bayır) kışın kar ve buz tuttuğu için düşüp bel kemiğini kırıyor. Bir yıl yatarak tedavi görüyor. 2 ay Bursa SSK' da, bir yıl İstanbul Samatya hastanesinde yatıyor. İki kez de ameliyat geçiriyor. Uzun süre hastanede tedavi olunca, revir bölümüne başkasını almışlar. Büküm terbiyeye geçişi bu yüzden. Doktorların çalışamaz raporuna istinaden, malülen emekli olmuş.
Ve maalesef 25 yıl bastonla yürüdü.
Onlar fabrikada çalışan yüzlerce kadından biri, ikisi, üçüydü. Tüm ahirete intikal eden emekçi kadınlarımızı rahmetle anıyor, emekçi kadınlarımızın mücadele etmeden haklarını alabilecekleri ve özgür bir dünyada yaşayabilecekleri günlerin gelmesini diliyorum.
Reyhan ÇORUM