AHMET BİLGİN, CELAL BAYAR’I ANLATIYOR
Ahmet Bilgin Bey, bu kez de anılarına kaldığımız yerden devam etmek için beni evine davet etti. 17 Şubat 2022 tarihinde Manastır ışıklarının olduğu yerdeki evlerine gittim. Daha önce Sunğipek kitabı için iki kez çay bahçesinde buluşmuş ve ailesini ve Sunğipek anılarını yazmıştık. Gemlik Körfezine bakan balkonlarında; sıcak, güneşli bir kış gününde eşinin hazırladığı çay ve ikramları yiyerek Ahmet Beyin tane tane anlattığı ve adeta tekrar yaşadığı Celal Bayar ile olan anıları yazdık. O kadar titiz ve düzenli biriydi ki, neler anlatacağı konusunda notlar almıştı.
Ahmet Bey, Umurbey’in eski bir ailesinin çocuğu(anılarını yayınladık), dedesi Celal Bayar’ın sıra arkadaşı ve çok yakın arkadaşı. Ahmet Bey, Umurbey’de öğretmenlik de yapmıştı. Bundan sonraki görüşmelerimizde hayatının farklı kesitlerinden anılarını anlatacaktı. “Umurbey ve Gemlik ile ilgili bildiğim her şeyi böyle görüşüp sana anlatacağım” diyordu. Eminim ondan öğreneceğim çok şey vardı.
Bilseydim! Bilseydim kelimesini pişmanlık ifadesi olarak kullanırız. Bende nereden bilebilirdim aniden 1.5 ay sonra vefat edeceğini. Bilseydim bu anıları hemen yazar paylaşırdım.(Köyler kitabı için bekletmiştim) Biraz mutlu olurdu belki. Yeniden görüşmek üzere vedalaşmıştık. O kadar ilgili, kültürlü, bilgi açısından donanımlı, beyefendi biriydi. Çok üzgünüm. 1. Nisan Şakası oldu bize. Mekânı cennet olsun. Hakkını helal etsin. Rahmetle anıyorum.
Ahmet Bilgin.
Büyüklerinden dinlediği ve bizzat Celal Bayar’ın anlatımına şahit olduğu notlar.
İşgal kuvvetleri İstanbul’a geliyor, o zaman Fevzi Çakmak boğazlar komutanı. Vahdettin son padişah. Mecliste kayıtsız şartsız silahlarla boğazların ve İstanbul’un teslim edilmesini istiyor. Celal Bayar söz isteyerek “ Kati suretle teslim edemeyiz, dolma tüfek, kırma tüfek, kazma, çapa ne varsa karşı koyacağız, ancak hiç kimse kalmazsa İstanbul’a girebilirler” diyor. Fevzi Paşa da, “Bunu söylememiş olun, hiçbir Türk subayı bunu yapmaz” diyerek, ikisi kapıyı kapatıp çıkıyorlar. Ancak Celal Bayar’ın Meclis’te adamları var, “Celal Bey sana mecliste idam kararı çıktı” diyorlar.
Sandala binerek karşı kıyıya çıkıyorlar. Reşide Hanım Bursa’da kalıyor. Çelikpalas’ın karşısında (Cumurcul) Celal Bayar orada oturuyormuş. İdam cezasından haberi oluyor, evine tam 6 ay sonra gelebiliyor. Bu arada köylerden ekmek isteyerek, gece yürüyüp gündüz saklanarak Bursa’ya ulaşıyor. Kapıyı Reşide Hanım açıyor. Ayakkabılarını çıkarıp, daha henüz içeriye geçmeden kapı çalıyor. Reşide Hanım çok güzel silah kullanır, havadaki parayı vururmuş. “Kapıyı ben açayım” demiş. Celal Beyde uzun namlulu Karadağ tabancası varmış, “Ben dururken sana düşmez” diyor. Kapıda uzun boylu, kaytan bıyıklı, yakışıklı bir delikanlı duruyor.
--Tabancayı alnına dayadım. Kapıdaki genç bir pusula uzatarak” Bunu Mustafa Kemal size gönderdi” diyor. Pusulada “Celal acele Ankara’ya gel” yazmakta. Celal Bayar süratle Ankara’ya doğru hareket ediyor.
Demirci Mehmet Efe olayı,
Celal Bayar, istiklal savaşı başlamadan önce Galip hoca kisvesi altında İzmir- Ankara- Aydın arasında Atatürk’le ilişkili casusluk yapıyormuş. Efeleri ayaklandırma olayı var. Demirci Efe ile vur kaç savaşı yapıyorlar düşmana karşı. Efelerin yanında çalışanlara ‘kızan’ deniliyor. Öğleden sonra iki kızan bir genç kızla delikanlıyı yakalayıp getiriyorlar. Aydın dağında görüyorlar, “Ne yapıyorsunuz bu saatte dağda? Diye soruyor kızanlar. “Biz Demirci Efeyi arıyoruz, bu kız Rum kızı, benim anam babam da Türk. Biz birbirimizi seviyoruz, ailelerimiz istemiyor. Bende bu kızı tuttum elinden getirdim, bu işi yapsa yapsa Demirci efe yapar dedim“ diyor genç delikanlı ve halini kızanlara anlatıyor.
Demirci Efe, Galip Hocaya,” Hoca bu gençleri önüne al, nikâhlarını kıy” diyor. Galip Hoca ”Demirci Efe’nin şahadetiyle sizi karı koca ilan ettim” diyor. Demirci Efe dört at çektiriyor, kızanları gençlerin yanına veriyor, ailelerine gönderiyor, “Söyleyin; bunları Demirci Efe evlendirdi, bu gelini kabul edeceksiniz, etmezseniz evinizi yakacak, sizi dağa kaldırtacak” dedirtiyor. Aynısını kız evine de söylüyorlar.
Gel zaman git zaman Celal Bayar İktisat Vekili oluyor. Demirci Efe ile tekrar karşılaşmasını şöyle anlatıyor: Mecliste misafirleri ağırladığım odada; bir kahve masası, iki sandalyemin birinin ayağı kırık, ben onu duvara dayıyor, geleni usturuplu oturtuyorum veya çok sevdiğim biri olursa sağlam olanı ona veriyorum. Bir gün bir ziyaretçi gelmiş “Bana sizi biri görmek istiyor” diyorlar.
Git sor kimmiş?
Görevli: Efendim gelen beyefendi Demirci Mehmet Efeymiş.
Celal Bayar, tamam sen dur ben gidip alacağım diyor ama bir yandan da hangi sandalyeye oturtacağım diye düşünüyor. Demirci Efeye kendi sandalyesini veriyor. O, “Ben koca bakanın sandalyesine oturmam” diye inat ediyor. Sonuçta zorla oturuyor, kırık sandalye Celal Beye kalıyor, uzun uzun sohbet ediyorlar.
Mevzu eski günlere dayanıyor.
Çeşme İzmir’in kazası, Yunanlılar baskın yapıyor. O zamanlar Celal Bayar Galip hoca takma adı ile anılıyor. Çeşme’nin muhtarı Galip Hocayı tavuk kümesine kapatarak saklıyor. Çeşme halkını dövüp, muhtarı da sopa ile döverek öldürüyorlar.
Celal Bey: “Millet beni ihbar etmedi yine de. Ben kümesin içinde silahı çektim oturdum. O gün Demirci Efe bu olayı hatırlatıyor. O muhtarın iki çocuğu varmış. Ankara’ya gönderde onları okutayım dedim, çocuklar Ankara’ya geldi, okudular ama Çeşme’nin suyu yoktu. Bende boynumun borcu olarak Arap Şeyhinin bana hediye ettiği iki hediye atı sattım ve Çeşme’ye su getirdim. İhtilalde bu nedenle idam damgası yedim, mahkemede yargılandım” diyerek bu olayı anlattı.
Celal Bayar, her kurban ve ramazan bayramlarında büyük olmasına rağmen Umurbey’e bayramlaşmaya gelirdi. Camiden çıkan sıraya girer dikilir, bayramlaşır, sonra mezarlığa gidilirdi. Yine köye böyle gelişlerinden birinde bir hafta kaldı. Köye gelirken bir arabası, şoförü, bastonu ve şapkası vardı. Nereye giderse polisle giderdi. Bir sabah 6’da polis bakıyor Celal Bayar, şoför ve araba yok. Köylü merak içinde, Sınıf arkadaşlarından parmaksız vardı hepsi bekliyor. Saat 4’de geldi. Merakla beyefendi neredeydiniz? Diye sordular.
“Ben bu sabah 6’da şoförü kaldırdım, bindim arabaya, Aşağı Sölöz’e gittim. Kahveye oturdum. “Beyim hoş geldin” dediler. Benim karnım aç, ekmek peynir ne varsa hazırlayın masaları dedim. Kahvaltıdan sonra hayvanlara binip tarlalara gittik.”
Bu sene zeytin nasıl? Diye sordum. “Zeytin yok, seneye olur belki. Bir kurt var hem döküyor, hem yağı acı oluyor, ayrıca elmalar da kurtlu”
Celal Bey Orhangazi’den çıkıp her yeri dolaşıyor.
Bunu anlatınca köylüler soruyor. Peki, Beyefendi ne yapacaksınız?
--Gidince evvela kabineyi toplayacağım Ziraat Bakanı da olmak üzere, Avrupa’ya uzman göndereceğim, araştıracağım. Mutlaka bu işin bir çözümü, ilaçlaması vardır. Dedi ve bu araştırmalar sonucunda bir sene sonra millet ürün almaya başladı. Atatürk’ü resimlerinden görüyorum, traktörle çift sürüyor, anladım ki Bayar’da öyleydi.
Şevket Süreyya Rusya’da İktisat Üniversitesini bitirmiş, koyu sol görüşlü birisi. Demokrat Parti CHP’den hükümeti devir aldıktan sonra Bayar bakıyor zeki bir adam, onu Reisi Cumhur başkâtibi yapıyor. Gayet samimi ailece görüşmeye başlıyorlar. Bayar cezaevindeyken Şevket Süreyya Celal Bayar evlerinden ev alıyor. Onun evine bakan Kahyâ Hüseyin şöyle anlatıyor.
Bayar, Aytepe’ye çıkmış, Şevket Süreyya “Bende çıkacağım görmem lazım” diyor ama Müzeye gelecek diyorlar. 10-15 dakika sonra Bayar geliyor. Müzeye oturma odası koymuşlar. Şevket Beyi görünce” Şevket’ciğim ne arıyorsun burada, muhakkak benle bir işin var” dedi. O’da” Evet sizinle bir işim var. Enver Paşa hakkında 4 ciltlik bir kitap hazırlıyorum. Sizin kitaplarınız ve notlarınızdan. Beyefendi benim size ve kitaplarınıza ihtiyacım var. Benim evim kütüphanenin alt tarafında, bana bir kolaylık sağlar mısınız?
Celal Bayar, Belediye Başkanını çağırıyor, “Çağırın Rıfat Beyi, Şevket Süreyya şu kitabı getirin diyecek, siz hem götürüp, hem alacaksınız onu yormayacaksınız”
Bir başka anısı da şöyle,
İstiklal savaşı devam ediyor. Cemal Kutay tarihçi, kalın bir kitabı vardı. Osmanlı paşalarından üç paşa savaşa dâhil olmak için kaçıp Ankara’ya gidiyorlar. Bozüyük ilçesi tren garından alınacaklar, bu nedenle Bayar görevlendiriliyor. Celal Bayar bunu anlatırken Cemal Kutay “Müsaade edersen bunu ben anlatayım “dedi. O zaman üç paşa geldi, 3 katlı böcekliğe çıktılar, ilk konuşmayı orada yaptılar” diyor. Celal Bey” Notlarınız böyleyse siz tarihi yanlış yönlendirirsiniz. Sen tarih hocası büyük bir tarihçisin ama müsaade edersen bunu birebir yaşayan biri olarak ben anlatayım, okuyan tarihi doğru öğrensin”
“Gar istasyonunun ikinci katında toplantı yaptık. Oradan aldım Ankara’ya götürdüm. O zaman kendi birikimlerimizle geçinebiliyoruz. Biz onlardan istifade etmek için Ankara’ya getirdik. Atatürk cepheye gidiyor, Bunlara özel kahvaltı hazırlanıyor, para yok, horul horul uyuyorlar. Atatürk, Celal sen bunları al geri gönder” dedi, bu olayın aslı böyle.
Senatörlüğü kabul etmedi.
60 ihtilali olduktan sonra senato kuruldu. Senato’ya milli birlik üyeleri, eski Reisicumhur kabul edilmiş. Bayar’a da af olduğu için senatörlük verilmiş. Celal Bey, “Ben kalktım senatoya gittim. İsmim okununca kürsüye çıktım, orada şöyle bir konuşma yaptım” diye anlatıyor. “Buraya gelebilmek ve aylık alabilmek için bizi milletin seçmesi lazım. Ben haram para istemem, bu senatörlüğü kabul etmiyorum diyerek ayrıldım”
Celal Bayar köye ekibi ile geldi. Yanında Bursa milletvekilleri de var. O zaman Bursa Milletvekili Agah Erozan(Erozan, 6 Temmuz 1958'den 6 Mart 1960'a kadar 609 gün Fenerbahçe başkanlığı yaptı) ve Sadık Giz İzmir Milletvekili. Agah Bey Fenerbahçe takımı başkanı. Sadık Giz de Galatasaray Başkanı.(Sadık Giz, Adnan Menderes'in yakın akrabasıdır. 1957 yılında Galatasaray Spor Kulübü başkanlığına gelip 1959 yılında yerini Refik Selimoğlu'na bırakmıştır.) Agah Bey anlatıyor Sadık Giz’e, “Eşim İstanbul’da oturduğu için Cuma günleri trenle eve gidip Pazar dönüyorum. Kompartmana giriyorum millet ayağa kalkıyor” Biz de, “Sen koca meclis başkanısın elbet kalkarlar” dedik. O, “Beni öyle kim tanır, Fenerbahçe Başkanıyım diye kalkıyorlar, bütün kompartmanı dolaşıp yer bakıyorum, Nerde boş yer bulursam oraya oturuyorum. Millet oturacak ki vekil otursun”
Sadık Bey diyor ki: Biz Fenerbahçe’yi yeneriz ama çok oyuncu satın alıyor”
Ağah Bey: Kolaysa sizde alın.
Metin’i niye almıyorsun? diye sorduk.
“Mikro Mustafa öyle bir orta yapar ki, herkes kaşık yapar ama sapını ortasına getiremez” Ben milletin vekiliyim, söz sahibi o, unutmayın bunu çocuklar” dedi.
HAKKI ÇAKIR ÜZERİNE
Hakkı Çakır, babamın da arkadaşı eski Belediye Reislerinden. Kendisini çok görüp konuşmak isterdim ama ulaşamadım. Ahmet Bey onun iyi arkadaşı. Biraz bize Hakkı Beyi anlatır mısın? Dedim.
2 Oğlu var biri Eczacı, biri Makine Mühendisi yanılmıyorsam, Hüseyin Çakır kardeşi.
Hakkı abi çok zeki bir adamdır. Bizim akrabamız olur. Benim ilk evliliğimde nikâh şahidimdi. Tahminim 88-90 yaşlarında. Avcılar Derneğinde buluştuk. Benim nikâh şahidim kimdi? Diye sordum. “Nikâhı Halil kıydı ve kız tarafının da şahidi İbrahim Onur” dedi.
Diyelim ki üç ay önce Belediyede bir işlem yaptın, tekrar gittin vatandaşlık numaranı unuttun, “Ben sana söyleyeyim yaz kâğıda git” diyecek kadar zekiydi. Telefon numaranı söyle yine aylar sonra sana söyler unutmazdı.
Çok iyi biridir. Bu bölgede zeytin ve tarım konusunda at sırtında gezerek millete bilgi vermiştir, ayrıca kahvelerde üretim ve toplama bakımından konuşma yapar, halkı, köylüyü bilgilendirirdi, Ziraat Okulu mezunu. Aygün Başaran da ziraat memuruydu.
Yardım etmeyi çok severdi. İmkânı yok para yemezdi. Anavatan Partisinden Belediye Başkanı oldu. Maaşı 240- 250 lira civarı. Mustafa Sezen kalp damar cerrahisi doktoru, Ayhan Özdemir’in baş asistanı, öğrenciliğinde babası ile dolaşıyorduk o zaman duydum, okuyan talebelere Hakkı Bey yardım yapıyormuş. “Söylesen Mustafa’ya da yardım etse, burs verse” dedi. Söyleyeyim ama ben bilmem dedim.
Bir ara Hakkı Beye gittim, “Bir arkadaşın oğlu okuyor. Sende talebe okutuyormuşsun, ölçün ne, terazin ne bilemiyorum” dedim. Ben Belediye Başkanı olduğumdan beri cebime beş kuruş koymadım, 3 talebe okutuyorum ama dul kadının, parası olmayanın çocukları bunlar. Hatır gönül yoktu.
Bir gün arabamın arkasına iki küfe zeytin koydum iniyorum saat 6.5, Terme otelin orada Hakkı abi yol yaptırıyor ve başında duruyordu. Hakkı Çakır’ın bir Renault arabası vardı, oğlu satmasaydı ölene kadar onu kullanırdı. Onu da başkan olmadan önce almıştı. Dürüst, titiz, işinin başında Gemlik’e yararlı bir Belediye Başkanıydı.
Kısa kısa Gemlik üzerine notlar.
Bu bölgenin en büyük değirmencisi Agah Beydir. Agah Beyin 3 oğlu 2 kızı var. Oğlu Erim, Erol, Yıldıray Umurbeylidir. Birde Çipa Mustafa Beyin değirmeni vardı. Büyük bir değirmen ve arazisi bulunuyordu. İkisi de Kumla yolu üzerindeydi. Çipa’nın değirmeni daha Gemlik tarafı. Meranın ismi Paşabahçe, bütün bölgenin buğdayları orada un olur, arpayı kırdırırlardı.
İlk zeytin seçme makinesini Rıfat Karsak’ın eşi Gönül o ve Süleyman köyde yapmışlardır, bütün bölgeye sattılar. Çok iyi yardımsever bir insandı Süleyman Çoklu.
RIFAT SOMER.
Belediye Başkanıyken Ankara’ya gitmiş. Bozüyük’teki fabrikadayım o zaman, bir uğrayayım demiş. Bekçi telefon etti. Bize de dengesiz bir müdür geldi, ismi lazım değil. Ben geliyorum dedim, gittim koluna girdim döndüm, müdüre telefon ettim. “ Müdür Bey, Umurbey Belediye Başkanı geldi, işletmeyi gezdireceğim” dedim.” inanayım mı? Dedi. Mahcup oldum ama biz her gelene hediye verirdik. Bir takım yaptım, kalemlik vs verdim. Rıfat’ın oğlu ile karşılaştım bir gün. “Ahmet amca nasılsın, beni tanıdın mı? Ben Rıfat Somer’in oğluyum, babama verdiğin o kalemlik duruyor” dedi. Mutlu oldum.
Bir söyleşiyi bir daha tekrar buluşmak üzere bitirmiştik. Olmadı. Notlarımı ona okutup onaylatma şansım da olmadı. Canlı tarih de bir söz yanıltır insanı. Celal Bayar’ın dediği gibi okuyanın tarihi doğru öğrenmesi lazım, yanlışlar mutlaka oluyor, en asgariye indirmeye çalışıyoruz, düzeltiyoruz. Yine de anısına saygıyla yazmak istedim. Varsa bir hatamız siz düzeltin lütfen.
Reyhan Çorum( zindangemlik@hotmail.com)