GEMLİK'İN ESKİ SANATKARLARINDAN MEHMET FISTIK..
Mehmet Beyi artık bir hobiye dönüştürdüğü marangozhanesinde( Ekim 2021) ziyaret ettim. Ailesinden, işinden uzun uzun söz ettik. Benim dedem de fıçıcı ve marangozdu. Çalışma ortamı, anlattıkları benim de anılarımı canlandırdı ve bu görüşmeden müthiş keyif aldım. Mehmet Beye çok teşekkür ediyorum, bütün gününü bana ayırdı.
Önce ailenizden başlayalım..
Babam Mustafa, Annem Kemale( o zamanlar doğan çocukların çoğuna Kemal yada Kemale adı verilmiş) Ben Mustafa Kemal'in oğluyum. Girit'ten mübadelede Kandiye Apoin köyünden 4 yaşında gelmiş ailem, ismi Mustafa Kemal'e atfen konmuş.
Babamın babası da, annemin babası da Mehmet. Ben ikisinin de adını taşıyorum.
Babamın babası Fıstıklı'ya geliyor. Babam 1912 Fıstıklı doğumlu, 1 yaşındayken Armutlu'ya göçmüşler. Dedemin 5 tonluk yelkenli kayığı varmış. Karacabey'e soğan yükler götürür, orada okka ile satarmış. Bozburun da mola verirlermiş, Bozburun İstanbul'a yakın, daha rahat gidip gelebilmesi için oraya taşınmışlar. Dedem çok iyi yüzer, Fıstıklı'dan girer Mudanya'dan karaya çıkarmış.
Babam, " Çok yaşa padişahım" dendiği zamanlarda, eski Türkçe 3. sınıfa kadar okumuş. O zaman eski yazı ile "Yaramaz" diye sekiz sayfalık bir monolog ezberleyip okumuş. Babama sonrasında "Yaramaz" lakabını bu nedenle koymuşlar.
Amcamın oğlunun adı da Mehmet Fıstık. Armutlu'ya gitmiştim, Sülün Kaptan( Armutlu'nun meşhur kaptanı) "Sen hangisinin oğlusun?" dedi. "Yaramazın oğluyum" dedi.
Armutlu'da ahşap otel yapılıyormuş, İstanbul'dan ustalar gelmiş, babam onların yanına çırak olarak girmiş önce. Otelin yapımı bir sene sürmüş. İleri görüşlü biriymiş, " Ben Fıstıklı'da köyde kalsam, belci çapacı olacağım" diye düşünmüş ve 14 yaşında ustaları ile beraber İstanbul'a gitmiş. Mesleği İstanbul'da öğrenmiş. Orada Hilton'un mobilyalarını yapmış.
Daha sonra Askerlik yaşı gelince Fıstıklı'nın Gemlik'e bağlı olduğu yıllar, Gemlik Askerlik Şubesine geliyor, o zaman da Sunğipek Fabrikasının temeli atılıyormuş. Orada kalıp ustası olarak işe girmiş. 1 yıl çalıştıktan sonra askere gidiyor.
Babam askerliğini 18 ay Mudanya'da yapıyor. Mudanya'da bulunduğu birliğin komutanı albayın Gemlik'te evi var. Bu ev doktor Seyfi'nin evi. Askerliği süresince bu evi onarıyor. Her cuma günü Gemlik'e gelir, pazar günü dönermiş. "Sonrasında bir çivi çakan olmadı "derdi. Seyfi Bey ölene kadar babamla da, benle de görüşürdü. Hastanede ziyaretine de kaç kez gittim. Aramız çok iyiydi.
Nasıl biriydi Dr Seyfi, anılarınız var mı?
Çok anımız var. Motoruna binerdi, sinirli bir adamdı ama iyi doktordu. Ben 1962 senesinde parmaklarımın uçlarını bir iş kazasında kaybettim. Dr Seyfi Beye gittik yoktu. Sunğipek doktoru Aziz Sözeri Bey vardı ona gittik, o yaptı parmaklarımı. Aziz Sözeri Bey Bursalıdır. Kayhan çarşısında bir sürü ev ve dükkanları vardı.
1993 senesinde bana otomobil çarptı. Yanımda radyocu Hüseyin var, ayakları havaya kalktı. Yandan da taksici Fahrettin geliyor. İki yerimde kırık oldu. 46 yaşlarındaydım. Benim artık tarihi olmuş kıymetli bir aracım var Mercedes, tabi evde duramam, ben gene koltuk değneği bastonla evden çıkıp, aracı sürüyorum. Park ettim, değnekleri çıkardım inip zeytinci Kamuran'dan peynir alacağım, köşeden Seyfi çıktı. "Şu trafiğe bak yahu kimse korkmuyor, ben korkuyorum kafama uçak düşecek diye" dedi.
Onun iki motoru vardı aslında, hastanedeyken " İki motorundan birini bana ver, ben onları yaşatacağım" dedim ama motoruna kıyamadı.
"Babanı al bana getir" dedi ama babam son zamanlarında yürüme güçlüğü çekiyordu, hatta annem şilte dikmişti, iki metre gidiyor, oturuyordu. Söyledim, "Her gün iki kalem pirzola yesin güçlenir" dedi.
Babam askerliğini bitirince Gemlik'e dönüyor ve tekrar Sungipek Fabrikasına giriyor. Bu sefer Atölyede çalışıyor. Yemekhane aynı zamanda sinema salonunun duvarları kaplamaydı, bu kaplamaları tek başına yapmış.
Hereke'deki Dokuma Fabrikasının da 17 yaşında iken ahşap doğramalarının montajının yapımında da bulunmuş.
Pazar günleri Fabrikada sinema olurdu. Daha evlenmemiş, bir gün sinemaya gidiyor. Sinemaya giderken yolda atölyedeki çıraklarla karşılaşıyor, atölyede çıraklar çalışırmış, bakmış ağlıyorlar." Bizi sinemaya almadılar" demişler. "Giriş kartınız yok mu?" "Var", babam sinirleniyor ve sinemaya giriyor. Orada da tuhaf bir uygulama var. Film başlamadan kapıya bekçiyi koyuyorlar, o gün de itfaiyeci 55 Mustafa şofördü, kapıda o varmış. "Dışarıya çıkamazsın yalnız memurlar çıkabilir" demiş. Ellerini yıkıyor, zar zor salona giriyor, biraz tartışıyorlar, tabi bu tartışmayı hemen iletmişler. O zaman Osman Şükrü Edirne müdür, Muharrem Atasoy, Bülent Kurt'un babası, Bahattin Kıral ustabaşı çok meşhur biri, kısaca beş kişi mahkeme kurulmuş. Osman Bey ilk Muharrem Beye soruyor, "Mustafa Fıstık'a ne ceza verelim" "Kovalım efendim" diyor. Muharrem Kurt'a soruyor, "Mustafa Fıstık sinirli bir arkadaşımızdır, affedelim" diyor. Bahattin Kıral'da affedelim deyince, Osman Bey dönüyor babama diyor ki, "Bize sosyal faaliyetler haram, Mustafa Fıstığı affettim ama benim oturduğum yer iki adım, niye bana gelmedin." Babam, "Osman bey siz sinirlenince pardösüyü yerlerde sürüklüyorsunuz, benim aklıma Osman Bey mi gelir?" Sonunda olay tatlıya bağlanıyor.
Babam çok renkli bir insandı. Annemle 1945 senesinde evlenmişler. O zaman 33 yaşındaymış. Ben 6 aralık 1945'de doğmuşum. Yakışıklı bir adammış, annemle evlenince Kuran okuyan Zübeyde Hanım vardı, onun karşısında ahşap bir evde oturmuşlar. Anneannem kilim dokurdu, onların yanına evleniyorlar. Ben o evde doğmuşum. Benden başka üç kız kardeşim daha var.
Annem Bektaşi, babam Sünni'dir. Alevilerin Muharrem oruçları var, et yemezler, su içmezler, yumurta dahi yemezler. Annemin Bektaşi olduğunu 15 yıl boyunca anlamamış babam. Bir gün balık alıp getiriyor, balıkları pişirmesini istiyor. Girit'te bir dergaha bağlıymışlar. Annem, "Bak bu güne kadar söylemedim, sende anlamadın ben bunları yapamam" diyor. Babam hala anlamıyor, annene götür, o da yapamaz, o zaman ( annemin amcasının eşi İkbal Hanım vardı, 12 çocuğu da yaşamamış) İkbal yengene götür, "O da yapamaz deyince" babam iyice şaşırıyor. Annem o zaman açıklıyor. Babam Bektaşiliği inceleyip okumaya başlıyor. Ve o da o dini benimsiyor.
49 senesinde Sunğipek'ten ayrılarak ilk dükkanını açıyor. Gökkuşağı ayakkabının olduğu sırada marangoz Selami Ustanın yanında. O zamanlar bir çarşı meydanında sizin dedeniz, Selami Usta, Akmanlar, babam dört kişi kadar marangoz var. Ben ilk okula giderken AVM'nin olduğu yere taşıdı işini. Orada önlü arkalı sıralı dükkanlar vardı. Dedeniz ön sıradaydı, dükkanın arka tarafında fıçı toplardı.
51-52 yıllarında Yapı Kredi Bankası halı kursları açtı Umurbey de, o tezgahları Mehmet Fıstık'ın babası yapıyor ve Umurbey meydanında çok küçükken 5-6 yaşlarında koşan atın altında kalıyor Mehmet Bey ve uzun yıllar ayağına özel yapılmış ayakkabı giyiyor.
Ben ortaokul ikinci sınıftan ayrıldım. Babamın ilk sözü "Ben seni İstanbul'a göndereceğim" oldu. 15 yaşındaydım, İstanbul'da beraber yetiştikleri arkadaşı vardı gitmeyi göze alamadım. Küçük yaştan beri çalıştım, sokakta hiç oyun oynamadım.
1960 yılından beri babamla çalışıyorum. Ondan önce de okuldan çıkıp atölyeye uğramadığım zaman kızardı.
70'li yıllarda sağ sol olayları vardı. Balık pazarında afiş asarlardı. Bir gün babam bana sordu," Oğlum sen sağcı mısın, solcu musun?" dedi. Ben "Baba biz işimize bakıyoruz, ekmeğimizin peşindeyiz " dedim. O, " Olaya sahip olmazsanız kötü insanlar sahip olur, olaylara sahip olun, Camiye kiliseye gitmiyorsun, bir rengin olmalı "dedi.
İstanbul'da yetişmiş çok aydındı, çok hassas, adil bir insandı. Babamın sesi çok güzeldi gazel söylerdi, en son benim nişanımda söyledi. İstanbul'da radyoda sesini çok beğenmişler, meşhur bir bayan şarkıcıdan ders almış, radyoya girecekmiş ama onun müracaat ettiğinde bayan sanatçı eksiği varmış. Benim sesim güzel değil, babamdan sadece mavi göz rengini almışım.
Annem de çok hakkaniyetliydi.. Babam 91 yılında öldü. Bu dükkanı satın alacağım, param yetmedi anneme parası olup olmadığını sordum. 300 lira verebilirim dedi. Meğer annemin 1200 lirası varmış, hepimize 300 lira dağıtmış.
Bende evlenince 8 sene babamlarla birlikte oturdum. Bizim mezarlığın orada yerimiz vardı. Annemler de dört kardeş. Annemin anneannemden kalan bir yeriydi. 87 evlik bir yer oldu. bize 7 daire düştü. Yarım kalınca bir tanesini sattık, annem babamla oturdukları evden çıkmak istemedi, onun evini yaptıracaktık, kısmet olmadı, deprem olunca kaldı.
Annem 11 Mayıs 2014'de pazar günü anneler günü 94 yaşında vefat etti. Ziyaret ettiğimizde anneannesini, teyzelerini falan anlattı, en sonunda bir doktor çağırsan dedi. 112'yi aradık, hastanede vefat etti. Hatta bu gece burada kalın yarın işiniz olacak diyerek adeta öleceğini bildi.
Benim eşim Bursa Yunuseli Köyünden. Kayınpederim öldükten bir yıl sonra 74 yılında nişanlandık. Babası babamın asker arkadaşıymış. 24 Kasım 1974'de öğretmenler gününde evlendik. 2 Çocuğumuz var. Büyük kızım 15. Mart.1976 doğumlu, ikinci kızımız 7. Eylül 1983 doğumlu, bir kızımız evli, diğeri bizimle yaşıyor, torunumuz yok.
En hoşuma giden iş, demir tornacılığıdır ama babamdan marangozluk sanatını öğrendim, birlikte çalıştık. Bu meslekte iyi bir ustayım. Projesiz iş yapmam, projelerimi kendim çizerim ama saklamam atarım. O zamanlar 10 tane çırağımız çalışıyordu..
Bu dükkanı Ahmet Özer'den aldım, nur içinde yatsın hep hayır duası ediyorum. Orhan Yazıcı'dan da oturduğum evi aldım. Çok sevdiğim saydığım mükemmel bir insandı. Kayıkhanede yaptığı apartmandan iki ortak birer milyon liraya daire aldık. Hiç parayı sevmedim, paraya tamah etmedim.
1998'den 2008 yılına kadar sanayi sitesinin başkanlığını yaptım. 2004'de bitirilmesi gereken borcu 2000 yılında bitirdim.
Sanayi sitesinin ruhsatını yenilememiz gerekti, Mehmet Turgut Nurettin Avcı'nın imzasını kabul etmedi. Nurettin Avcı mühendistir buna rağmen A'dan Z'ye yeniden ruhsat aldık. %35'ini biz ödedik. Projenin mimarının imzası gerekti. Çok zorluklar ve mücadele ile alabildik. İlk göreve gelir gelmez kooperatifin aracını sattım, 31 Aralık günü tapuları aldım. Ocak ayında tören düzenledik, bir yemek yaptık, davet ettik insanları 50 kişi geldi. Sonuçta ben Ankara'dan 3 saat 10 dakikada geldim, "Kimler için uğraşıyorum" diye kendimi sorguladım. Aday olmayalım dedim ama yönetimdeki üç arkadaşım, "Kaybedersek çekiliriz" dedi. Kaybettik. Hiç bir zaman üstüme para almadım. Parayı zarfa koyardım faturalarla, muhasebeciye verirdim.
Bu yıllar işimde kayıp yıllarımdı.
Yaptığım işlerde müşterimden aldığım paranın karşılığını fazlası ile vermeye çalıştım. Babam, "Yaptığın işi önce sen beğeneceksin, sen beğenmezsen kimse beğenmez" derdi.
99 yılında 54 yaşında Bağkur'dan emekli oldum. Sonra yine işime devam ettim. Kendimi tamamen emekliye ayırmadım. Kahve kültürüm yok.
Eski Kalfam da emekli, şimdi yine onunla birlikte çalışıyoruz. Ama eskisi gibi tam randımanlı değil. Biraz hobi cinsinden.
Babamın yaptığı çift kanat kapıları meşhurdu. Hüseyin Avni Beceren'e kapı yaptı. İşçiliği beğenilirdi. Bir gün Dursun Kuşkaya dükkanıma geldi. Sınırtaş sitesinde oturuyor, üst kattaki daireye merdiven yaptırmak istiyor. Projesini çizdim, kaça olacağını sordu. "Bu merdivenin en alt limiti 250 liradan başlar, yukarı doğru çıkar sınırı yok" dedim. Kabul etti, her akşam uğruyor, parçalarını hazırlıyoruz, bakıyor ama meğerse bana inanmıyormuş. Merdiveni yerine kurduk, geldi baktı," Mehmet ne kadar borcum" dedi. Maliyeti 325 lira dedim, hemen çıkardı parayı verdi ve 500 lira deseydin gözümü kırpmadan verecektim dedi. Arkadaşlarını merdiveni göstermeye götürürmüş, çok beğenmiş.
Kayıkhane camisinin kapısını camiye hediye olarak yaptım, üstüne yazı yazmadım. Ben camiye gitmem, Hacı Kerim camiyi yaptırmış, çok kötü bir kapı yapmışlar. Ben gördüm ve yeni kapıyı yapıp taktım. Para ile yapılacak şeyler değil. Mesleği sevmek gerek, çırakların yaptığı bir şeyi beğenmezsem, çocuğa getir şu keseri der parçalar, yenisini yapardım.
48 Yıldır kalfamla beraberiz. Bir gün şu paraya çalışmam demedi. Bende paylaşmasını bilirim. Bir malzeme alırken kaça olur diye sormam. Müşterime gerçek fiyatı çıkarırım, indirim yapsam da o benim karımdan gider. Berbere gitsem teşekkür ederim, pazarlık bilmem.
Artık eski mesleklerde çırak yetişmiyor. El işçiliklerinden eser çıkıyor, bende mesleği öğretmek, anlatmak istiyorum ama maalesef ilgi yok gençlerde. Yüksel Bayraktar kalfamdı, o da babası gibi beni sayar, sever.
Mete Alemdar'ın oturduğu binanın dolaplarını ben yapmıştım, bir gün bir iş için o binaya gitmiştim, yanlışlıkla onun kapısını çalmışım, kapıyı açtı, "Gel bak dolapların olduğu gibi duruyor dedi. Muhtar Bey çok titizdi. Ağacın damarları kaybolmayacak derdi.
Bu fıçıları yapmaya son bir yıl içinde karar verdik. Çocukluğumuzda fıçı yapanları görüyorduk. Deden Ahmet Usta, Ziya Sarışen fıçı yapardı. Bir fıçılık parça kestik, kalfam Yüksel ile yaptık, beğenen gelsin alsın dedik. Tabi fıçı yapmak kolay değil. Ağaçları bükmek için bir aparat yaptık önce.
17 tane kadar üç boy fıçımız var. İçine su koyup tartacağız. 4-7-40 kilo alacak kapasitede.90'lı yıllarda odun depolarının orada Mehmet Pars var, ondan 25 ton meşe seçtim, Rusya'dan gelen gemiden almıştım. Onlardan 2.5 ton kadar kalmıştı. Şimdi yetmez tabi, biçilmiş kereste alacağız. Bu fıçılara sıvı herhangi bir şey konabilir. Ahşap ayak ve çeşme takacağız, henüz daha işleri var. Bittikten sonra internete koyacağız. Yavaş ilerliyor, çemberlerde sorun oluyor. Her şeyin küçüğü daha zor, büyüklerden daha çok işi var. Henüz maliyet çıkarmadık.
İznik'te fıçıcı varmış, kalfayla'la gittik. Şehrin dışında, kendisi biraz rahatsızmış, torununu bulduk. Fıçıları topluyor. Ağaçların biçilerek kavislendiğini gördük.
Üç tane de üzüm sıkma makinesi yaptık. Bir tanesini sattık. Üzümü çıkarıp sap kısmından çürümeye bırakıyorsunuz, kriko ile sıkıyorsunuz, sattığımız kişi 100 kilo üzümden 85 kilo randıman almış. Bundan sonra eskiden kullanılan aletler, yayık gibi bu tür işler yapmayı düşünüyoruz. Ağır mobilya ve işler yapamıyoruz artık.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Gençliğimizde çok güzeldi Gemlik ve arkadaşlıklar. Şimdi Atatepe olan yere motorsikletle gider oranın tadını çıkarırdık. Bir motor bende, bir motor Radyocu Hüseyin'de. Sık sık toplanır Liman lokantasına giderdik arkadaşlarla. Cemal Demiriz eniştemiz oluyordu, liman lokantasını onlar çalıştırıyordu. Biz doğma büyüme Gemlikliyiz ama o eski Gemlik'in tadı artık yok.
Sevdiğim arkadaşlarımı ziyaret etmekten hoşlanırım. Yapılan iyiliği hiç unutmam, her zaman duacısı olurum. Kasıtlı kimseye zarar vermedim. Herkese yardımcı olmaya çalıştım. Gemlik'in iyi bir yerinde 40 yıldır oturuyorum. Aracım, yazlığım, kışlığım var Allaha şükür. Mesleğim sayesinde oldu. Atölyeme gelmekten mutluluk duyuyorum. Her iş geldiğinde projeyi akşamdan kafamda tasarlarım. Kalfam bir yıl gelemedi, yine geldim oturdum. Çok para kazanmadım ama işimi sevgi ile yaptım..
Mehmet Fıstık, sohbeti çok tatlı, akıcı bir şekilde ve sıkılmadan konuşan birisi. Doğrusu zaman olsa sanırım birlikte bir Gemlik romanı yazabiliriz. Çünkü bilgi dağarcığı çok fazla. Umarım tekrar yine görüşürüz. Teşekkür ediyor sağlıklı günler diliyorum.
Mustafa Fıstık'ın emektar çırağı Yüksel Bey ile kısa bir sohbet..
Yüksel Bey tam ben kalkacakken geldi. Öğlende eve gidip babasını doyuruyormuş.
Büyük Kumla Köyünden olduğunu duyunca biraz da onunla konuşmak istedim. Kısacık bilgiler aldım. Babası hayattaymış. İnşallah onu da ziyaret etmek isterim.. Dedemin ismi Mustafa'ydı, Mıstığın Hüseyin derlerdi babama.
Büyük Kumla köyü muhtarlarından Ali Kuzu benim akrabam oluyor. Ali Kuzu'nun Hüseyin babam. Sel gelmeden önce eski köyde oturuyorlarmış. Askerden sonra köyden çıkmış.
Babam Amerikalılarla Radar da çalışmış. Karamürsel'de aşçıydı. Şahintepe'de radar üssünde de çalıştı. Şu an 85 yaşında, benimle ve abimle birlikte yaşıyor.
REYHAN ÇORUM.